6 Şubat 1919 – Mustafa Kemal Paşa’yı tanır mısın?

Gazeteci Refi Cevat, Alemdar gazetesinde, Anadolu direnişine karşı sert yazılar yazar.

Müthiş bir İttihat Terakki düşmanı olan Refi Cevat, “İttihatçıların sadece idamlarıyla yetinilmemesini, kafalarının kütükler üzerinde balta ile kesilerek sergilenmesini” isteyecek kadar ileri gider.

Bundan sonrasını, Ulunay’ın yıllar sonra konuyla ilgili olarak Milliyet’te yayınladığı yazısından izleyelim.

“Mütareke seneleri…

Memleket yanlış bir politika yüzünden sürüklendiği harbi kaybetmiş, istilaya uğramış.

Bir kurtuluş imkanı arıyor.

Fakat, o kurtuluş imkanını ona verecek kurtarıcı nerede?

Bir gün Dr. Rasim Ferit (Talay) bana geldi ve sordu:

rasim ferit talay

– Mustafa Kemal Paşa’yı tanır mısın?

– Hayır… Ama Anafartalar kahramanı ismini herkes gibi ben de işittim.

– Seni görmek istiyor.

-Büyük memnuniyetle, dedim ve o gün buluşup beraber gittik.

Karşımda ince simalı, sarı saçlı, uzuna yakın orta boylu bir zat duruyordu.

Hiçbir kelime söylemeden elini uzattı.

Konuşurken kelimesini aramıyor, elindeki Erzurum kehribarı otuz üçlü tespihin taneleri gibi sıralıyor, fakat bilhassa çok nazik bir dil kullanıyordu.

Benim ısrarla üzerinde durduğum nokta bilhassa, onun Anafartalar’da 40 derece ateşle yanarken düşman kuvvetlerini acze düşüren mukavemeti idi.

Söylediklerini plan üzerinde takip edebilmem için yazıhanesinin arka duvarını boydan boya kaplayan storlu dosya dolaplarından birini açtı.

Alkışladım.

Yaptığı muharebelerin alfabe sırasıyla bütün planları, günlük emirleri, muhabereleri orada mevcuttu.

Konuşmamız iki buçuk, belki de üç saat sürdü.

– Paşa hazretleri, dedim; ümit ederim ki bu söyleşiyi gazetemde neşretmek şerefini bendenizden esirgemezsiniz. Henüz hiçbir gazete zatıalinizden bahsetmemişti. Bunda ilk olmak benim için büyük bir bahtiyarlıktır.

– Peki, dedi; yayımlayabilirsiniz.

Ne yazık ki ertesi gün Alemdar aldığı yayın cezası dolayısıyla 6 gün çıkmadı.

Bu yüzden sözü edilen söyleşi de yayınlanamadı.

Yıllar sonra, Ulunay yayınlayamadığı bu söyleşiyi Sadi Borak’a anlattı.

Sadi Borak da kitabında Ulunay’ın ağzından şöyle anlatıyor:

Çanakkale ile ilgili sorularımı bitirip not ettikten sonra ayrılmak üzere ayağa kalktığım zaman, Mustafa Kemal ‘Biraz daha oturunuz, lütfen’ dedi.

Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda:

– Soracağınız sualler bitti mi?

– Bitti Paşam.

– ‘Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur?’ diye bir sual sormanızı isterdim.

– Af buyurunuz paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtarılmasını en uzak bir ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir sual sormayı hiç aklımdan geçirmedim.

– Bu şartların dış görünüşüdür.

Bir de bunun iç yüzü vardır.

Siz yine de böyle bir sual sormuş olunuz, ben de cevabını vereyim, fakat yazmamak şartıyla.

– Zatıalinizi dinliyorum paşa hazretleri.

– Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır.

Bugün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir mukavemete hazırlarsa bu yurt kurtulabilir.

Heyecanlanmıştım.

I. Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki insan materyali olarak da, harp materyali olarak da elimizde hiçbir şey kalmamıştı.

On yıl süren harpler neticesinde harplerden sağ kalanlar da ayakta duracak halleri olmayan hastalar kalabalığı.

Ve bütün millet moral çöküntüsü içindeydi.

Hiçbir kurtuluş ümidi olmayan böyle bir vaziyette memleketin kurtuluşundan söz etmek beni heyecanlandırmış, şaşırtmıştı.

– Nasıl olur Paşam! diye yerimden fırladım.

Paşa sakindi:

– Hatırınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur.

Görünüş tamamen aleyhimize.

Hiçbir ümit kapısı yok gibi görünmektedir.

Ama, ‘düvel-i muazzama’ dediğimiz bu büyük devletlerin bir de iç yüzleri var.

– Nasıl Paşam?

– Anlatayım:

Siz sanıyor musunuz ki harbi kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün ihtilafları halletmişlerdir.

Asıl anlaşmazlık, asıl menfaat rekabeti ve ölünün mirasını paylaşma kavgası bundan sonra başlayacaktır.

Her geçen gün Müttefiklerin kuvveti zaafa uğramaktadır.

Terhisler dolayısıyla orduları günden güne küçülüyor.

Asırlarca birbirleriyle boğuşan İngilizlerle Fransızları müşterek düşman tehlikesi birleştirdi.

Şimdi o eski rekabet bıraktıkları noktadan yeniden başlayacaktır.

İtalya’nın da başı dertte.

Onlar da dahili kargaşalık arifesinde.

Bu yüzden, kendine katmak istediği topraklardan bile çekilecektir.

Netice şu ki, Anadolu’da baş gösterecek milli bir mukavemete hiçbiri müdahale edecek durumda değildir.

Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.

Refi Cevat enfiyesinden bir tutam çektikten sonra düşüncelerini sürdürüyor:

“Mustafa Kemal’e veda ettim, matbaaya geldim.

Kafam karmakarışıktı.

Anlattıkları deli saçması gibi gelmişti bana.

Matbaada arkadaşlar, “Neler söyledi?” diyorlardı.

Anlattım:

“Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransızı da, İngilizi de, İtalyanı da memleketten kovar, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş.

Anladınız mı arkadaşlar!

Bu, deli değil, zır deliymiş!”

Bundan sonrasını Sadi Borak’tan dinleyelim:

“Ulunay’a dedim ki:

– Sonra yanılgınızın pişmanlığını duydunuz değil mi?

– Hayır, Sadi oğlum dedi, ben haklıydım, yerden göğe.

O günlerde, o şartlar içinde istiklal mücadelesine atılıp Türkiye’yi üç büyük devletin pençesinden kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü.

O günlerde böyle düşünen tek adam oydu; tek adam.”

Refi Cevat Anadolu’daki Kuvayı Milliyeciler için çok ağır yazılar yazdı.

Kuvayı Milliye’ye hakaret etti, sonunda 150’likler listesi içine girerek sürgüne gönderildi.

O günlerde birçok kişi, birçok aydın da Ulunay gibi düşünüyordu.

Bakın, sürgünden döndükten sonra bile Ulunay düşüncesinin doğruluğunu savunuyor.

Milletine güvenemeyenler, Türklüğün bittiğini, büyük devletlere karşı savaş yapmanın olanaksızlığını savunuyorlardı.

Kaynak: Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 ay – Alev Coşkun

6 ay

İlginizi Çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir