31 Ocak 1919 – Türkiye hiç de ölü değildi
İngiliz, Fransız ve İtalyanlar, İstanbul’un işgal edilmesinden sonra, İstanbul’daki işlerini yetkili bir “yüksek komiser” atayarak yürütmüşlerdir.
İngiliz ve Fransızlar yüksek komiser olarak birer amiral atarken, İtalyanlar bu göreve bir diplomat olan Kont Carla Sforza’yı getirmişlerdi.
Kont Sforza, İngiliz ve Fransız meslektaşlarının düşüncelerinin tersine Türkiye’nin kolayca parçalanacağına inanmıyordu. Kont Sforza anılarında şöyle anlatıyor:
“Türkiye hiç de ölü değildi, sadece geçici olarak batmıştı ve ipe çok fazla asılacak olursak elimizden kurtulacaktı.
Türkiye’nin faal kuvvetlerini Anadolu içlerine, yani ulaşamayacağımız yerlere çekip sonra bizi karşılarına alabilirlerdi…”
Dünya Savaşı sürerken yapılan gizli anlaşmalar ve Ocak 1919’da toplanan Paris Konferansı’ndaki genel durum sonrası İngilizlerin İzmir’i ve tüm Ege bölgesini Yunanlara bırakmak istediklerini bilinmekteydi.
İngilizler böyle düşünüyorlardı ama İtalyanlar da kendilerini düpedüz aldatılmış hissediyorlardı.
Mademki İzmir kendilerine verilmiyordu, öyleyse ne yapıp yapmalı Yunanların İzmir’i ele geçirmeleri engellenmeliydi.
İşte bu aşamada, İtalyanlar gerek Ege bölgesinde, gerekse İstanbul’da çeşitli girişimler başlattılar.
İstanbul’da Carlo Sforza birçok ilişkiye girdi; özellikle İttihat Terakki üyeleriyle konuşmalar yaptı.
O günleri yaşamış olan Yusuf Hikmet Bayur bu konuda bakınız neler yazıyor:
“İtalyanlar, genel savaş sırasında yapılmış gizli anlaşmalarla orasını (İzmir yöresi) kendilerine bırakılmış biliyor ve Yunan’ı oraya çıkarmak tasarısına son derece kızıyorlardı.
Çalışmaya koyuldular.
O bölgede Yunan’a karşı teşkilat kurdurmak, Türk yurtseverlerini kışkırtmak yolunu tuttular.
Bu gibi vaatleri dinleyenler (o dönemde), işin başına Mustafa Kemal’i geçirmenin uygun olacağını ileri sürdüler.”
Bu konuda Mustafa Kemal ne diyor, şimdi ona bakalım:
“Bir gün A… Bey bir İtalyan şahsiyetinin Fethi Bey ve benimle görüşmek arzusunda bulunduğundan söz etti.
Bir İtalyan mimarın evinde buluşacaktık.
Teklifi kabul ettik.
Bonmarşenin karşısında büyük bir apartman!
Çaydayız.
Bahsedilen zat hemen söze başladı.
-Ben Türkiye’nin hakiki dostuyum.
Hükümetin acizliği yüzünden bu memleketin nasıl fena akıbetlere sürüklendiğini görüyorum.
Sizin bunları düşürebilecek yeni bir hükümet kurabilecek teşkilat ve adamlarınız var mıdır?”
Bu ilk görüşmeden sonra, anlaşılıyor ki Mustafa Kemal ve arkadaşları bir araya geldiler ve bu konuyu tartıştılar.
İtalyanlar neden Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yakınlaşıyordu?
Neden hükümetin düşürülmesini istiyorlardı?
Neden yeni bir hükümet kurabilecek teşkilat ve adamlarınız var mı, diye soruyorlardı?
Bu konuda yapılan değerlendirmeyi Atatürk’ün anlatımıyla izleyelim:
“Antalya ve bölgesinden başka İzmir ve bölgesinde de egemen olmak!
Bunları Yunanlara bırakmamak!
Bazı olaylar bu düşünceme kuvvet verdi.
İtalyan şahsiyeti bizden, fakat Arnavut aslından bazı kimselerle temas ediyormuş.
Onlara şöyle bir sır da emanet etmiş: İzmir ve bölgesini Yunanlara işgal ettireceklerdir.
Türkiye şüphesiz bundan memnun olmaz.
İtalya da aynı endişededir.
Onun için İzmir ve bölgesinde Yunan işgaline karşı silahlı teşkilat yapmalısınız.
Yunanları İzmir topraklarına sokmamaya çalışmalısınız.
Eğer bunu başaramazsanız, hiç olmazsa dostunuz İtalya’yı tercih etmelisiniz!
Bu iş için İtalya’nın istenildiği kadar silah ve malzeme vereceğini de garanti ediyormuş.
Bu teklifi dinleyenler arasında akla uygun görenler, hatta İtalyan deniz vasıtaları ile İzmir’e giderek telkinlere başlayanlar bile olmuştur.
(İtalyanlar) Böyle bir direniş örgütünün başına gelebilecek olan kumandanı bile bulmuşlar:
Ben!
Mustafa Kemal anlatımına devam ediyor:
HERHALDE BENİ ÖNERENLER, BU İŞTE YALNIZ TÜRK YARARLARINI DÜŞÜNECEĞİMİ HESABA KATMIŞ OLACAKLAR.
Bir gün, arkadaşlarımızdan biri tarafından Beyazıt taraflarında birinin düşüncelerinden, fakat onları yalnız bir dostluk yardımı şekline sokarak, söz ettiler.
Hatta o kişi ile görüşme gününün saptandığını da haber verdiler.
Güldüm:
– Çok safsınız, dedim. Bununla beraber kendisiyle konuşacağım!
Görüşme saatinde İtalyan şahsiyetinin bürosunda bulunuyordum.
Çok terbiyeli ve nazikti.
Evimi basan İtalyan asker birliğini geri çağırmak için mümessilin nasıl yardım ettiğini hatırlattım.
– Ekselans, dedi, herhalde bir tehlike karşısında büyükelçiliğin emrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim.
Yıldırımla vurulmuşa döndüm, üzüntümü saklamak için nefesimi güç tuttum. İtalyan tebaası mı oluyorum?
Dedim ki:
– Beni buraya önemli bir şeyden bahsetmek için siz davet etmişsiniz. Bu önemli şeyi dinlemek istiyorum.
Bir an durdu.
– Ha, dedi, bu görüşmeyi sizin de tanıdığınız arkadaşlarınız istediler. Öyle pek önemli bir mesele söz konusu değildi!
– O halde, fazla rahatsız etmeyeyim! dedim ve kalktım.”
Mustafa Kemal bu konuda şu yargıya varıyor:
‘Bir millet esirliğe düşünce o milletten olan herkes nasıl hiç olur?
Ben bu yabancının evinden çıkarken, bütün uşaklarının arkamdan güldüklerini duyar gibi oluyordum.
Caddenin kalabalığı arasında kendimi kaybetmeye çalıştım ve beni buraya sürüklemiş olanlara küstüm.
Bununla beraber, bu kişi, ilk sözünün benim üstümdeki etkisini görünce, bana bütün o tasavvurlarından (düşüncelerinden) söz etmemek inceliğini göstermişti.’
İtalyanların önerdiği model bu derece açık ve yalındı.
Bu açık öneri karşısında Mustafa Kemal nazikçe, konuyu yuvarladı ve böylesi bir öneriyi kabul etmedi.
Kaynak: Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay – Alev Coşkun / Mustafa Kemal’in Ağzından Vahdettin – Atatürk’ün Bana Anlattıkları – Falih Rıfkı Atay